Bu yazın başında Antalya-Manavgat'a bağlı Çolaklı'ya tatile gittik. Ben de fırsat bu fırsat diyerek çevredeki tarihi yerleri gezmek için kolları sıvadım. Pamphylia olarak adlandırlan bu bölgenin tarihinin fazlasıyla zengin olması rotamı iyice genişletmeme sebep oldu. İlk durağım 4-5 km uzaktaki Side.
|
Anıtsal Çeşme, Nymphaeum |
|
Side Müzesi (Agora Hamamı) |
10-12 yıl önce -yine Çolaklı'dayken- Side'ye gidip Roma Tiyatrosu'nu,
çarşısını, Athena ve Apollon tapınağını görmüştük. Gitmeden önce klasik
araştırmalarımı (tarihi hakkında yazılar okumak, haritasını çıkarıp
rotamı belirlemek gibi) yapıp yollara düştüm. Dolmuşla 15 dakika içinde
Side'ye ulaştım. Dolmuş durağı antik şehre girmeden hemen surların
arkasına yapılmış. Böyle olması işime geldi çünkü antik şehre ana giriş
kapısından girip caddelerinde dolaşmanın tadı daha bir farklı. Side'yi
ayrı yapan özelliklerden birisi İÖ VII. yüzyılda kurulduğu düşünülen
şehrin İÖ III. yüzyıla kadar, şuan tam olarak çözülememiş, kendine özgü
dile sahip olması. İlk olarak Romalıların fazlasıyla ön planda tuttuğu,
şehirler daha ilk kurulurken oldukça ihtişamlı şekilde inşa ettikleri
çeşme, yani Nymphaeum beni karşılıyor. Şehir kapısından girince biri
sola diğeri düz devam eden(yol olan) iki sütunlu cadde var. Agora'nın
hemen karşısında Agora Hamamı denen yapının restoresi ile yapılmış Side
Müzesi'ne geldim.
|
Side Müzesi'deki fazlasıyla güzel olan kedicik |
Side hakkında bildiklerimizin çoğunu Türk
arkeolojisinde "hocoların hocası" diye nitelendirilen Ord. Prof. Dr.
Arif Müfid Mansel'e borçluyuz. Müzenin hemen girişinde hakkındaki yazıyı
okumanızı tavsiye ederim. Mustafa Kemal Atatürk, Türkiye'de arkeolojik
araştırmalar yapacak yetişmiş insan olmadığı için devlet bursuyla yurt
dışına öğrenciler gönderilmesini ister. Bunlardan biri de Mansel'dir.
Eğitimini tamamlayıp 1930 yılında Türkiye'ye dönmüş ve 36'da İstanbul
Üniversitesi Arkeoloji Bölümü'nü kurmuştur. Bu müzede daha önceleri pek
ilgimi çekmeyen sikkeleri inceledim. Üzerinde bu kadar durmamın sebebi
bazı sikkelerin üzerinde "nar" görmem. Side'nin kelime anlamı olan
"nar"dan gelen bu sikke çizimleri beni daha da araştırmaya teşvik etti.
Aslında pek sikke yoktu ama daha sonra internetten Side sikkelerinin
fotoğraflarını buldum. Diğer sikkelerde de Apollon, Athena, Poseidon ve
sandallar olması beni oldukça heyecanlandırdı. Çünkü bunlar şehirde
bulunan(Anadolu'daki birçok Yunan-Roma kentlerindeki gibi) Apollon ve
Athena tapınağını, liman kenti olması dolayısıyla ticareti simgeleyen
sandalları ve yine liman kenti olması dolayısıyla denizlerin hakimi
Posedion'u simgeliyor. Yani sikkelerin şehre ışık tutan minik birer ayna
olduğunu farketmiş oldum. Yeri geldikçe diğer antik şehirlerin
sikkeleriyle ilgili yorumlarımı da paylaşacağım. Neyse konu çok
dağılmadan tekrar müzeye dönelim.
|
Yanlarında Eros figürleri bulunan lahit |
|
Kül kapları |
Side'de geç Hitit dönemine ait eserler
de mevcut. Ancak benim en çok ilgimi çeken lahitlerin, Athena, Apollon,
Nike heykellerinin bulunduğu salondu. İçeriye bir anda girince insan
kendini garip hissediyor. Gerçi Antalya Müzesi'ni gördükten sonra bu tür
küçük müzelerdeki heykeller, lahitler pek sönük kalıyor. Müzeden
çıkınca 15000 kişi kapasiteli Antik Tiyatro'ya gittim. Tiyatrodan limana
inince sol tarafta 1983-90 arasında restore edilerek bir köşesi ayağa
kaldırılan Apollon Tapınağı göründü. Yapımı İS 150'li yıllara dayanan
tapınak diğer şehirlerdeki gibi en görkemli meydanda. Biraz daha
ilerleyince tarihi yerler artık arazinin içinde kalmaya başladı, düzgün
yollardan toprak, çorak yollara girdim.
|
Anıtsal Kütüphane ve Devlet Agorası |
Tam hatırlamasam da hava 35
derece civarındaydı. Denize giren insanların çığlıkları kulağıma
geliyor, tepemden teknelerin çektiği paraşütler geçiyor üstündekiler
bağırıp el sallıyor bense toz toprak içinde, sıcakta üç beş taşı görmek
için yürüyorum, hey gidi gençliğim :) Derken, Anıtsal Kütüphane ve
Devlet Agorası'na ulaştım. Tek duvar ayakta kalmış olsa da şehirdeki 3-4
önemli yapıttan birisi de muhtemelen burasıydı. O kütüphaneleri merak
ediyorum, acaba nasıl kitaplar vardı, halk yararlanabiliyor muydu ya da
yararlanabilenler ne derece büyük insanlardı? Tarihte Yunanlıların en
büyük özelliği her şeyi kaleme alma yeteneğine sahip olmaları sanıyorum.
Belki bu sayede antik kültürleri Avrupa'nın temellerine oturuyor.
Avrupa tarihini bilmek için bu yüzden Yunan tarihini bilmek, Helence
bilmek gerekiyor. Bırakın Avrupa'yı Helence, Latince bilmeden Osmanlı
tarihini araştırmak mümkün değil. Neyse, son olarak hastane denilen yere
geldim, aslında buranın hastane olup olmadığı da belirsizmiş. Bundan
birkaç gün sonra da Aspendos'a ve Perge'ye gittim.
|
Apollo Tapınağı |
Aspendos'u diğerlerinden ayrı kılan özelliği ise tüm Akdeniz dünyasında en iyi şekilde korunmuş Roma dönemi antik tiyatrosuna sahip olması. Tiyatro İS 2. yy'de Aspendoslu Theodorus'un oğlu Zenon tarafından yapılmış. Çok büyük olmasa da içeriye girince özgün haline hayran kalmamak elde değil. Tiyatro günümüzde opera gibi etkinliklere de ev sahipliği yapıyor.
|
Stadyum |
Tiyatrodan çıkınca çevreyi gezmeye koyuldum Stadyum'u, oradan da tepedeki Bouleuterion'u ve Nymphaeum'a iç içe olan Agora'yı gezdim. Özellikle Bouleuterion(günümüzdeki meclis diyebiliriz) oldukça büyük ve etkileyici. Ayrıca tiyatronun arkasındaki tepeye çıktığınızda tiyatroyu tepeden de görebilirsiniz.
Aşağı indiğimde Belkıs köyünden(eski adı Köleler imiş) bir üçkağıtçıyla tanıştım. Kendisi bölgede bulduğunu iddia ettiği sikkeleri satıyordu. "Yahu işte yağmur yağıyo, etraf çamur mamur oluyo, bu paralar neyim de gün yüzüne çıkıyo biz de topluyoz, şinci Antalya Müzesi'ne gitsem %17'sini bana ödeyeceler de kim gidecek, ben de satıyom". Tanesine de 10 TL istiyor. Müzede de satılıyor -tabi onlar bunlar gerçek demiyor ama- tanesi 8 TL. Hatıra niyetine 5 TL'den almayı kabul ettik. Eve gelince araştırdım şu kadarını diyim, sikkelerin hiçbiri Anadolu'daki herhangi antik kente ait değil :) Bir de sorduk müzedekilere nasıl yaptıklarını anlattı: Bu paraları basit şekilde kalıplarda basıyorlar, gerçeğe yakın etkisi yapsın diye de gübrenin içinde bekletiyorlar, orada oksitleniyor falan fişman.
|
Sağda nymphaeum, sol arkada bouleuterion |
|
Su kanalları |
Hazır sikke demişken Aspendos'un sikkelerinin üstünde de güreşen iki adam simgeleniyor. İlk başta pek anlam veremedim ama Serik'in içinden geçerken(Aspendos'un bulunduğu ilçe) güreşçilerinin meşhur olduğunu duyunca sanırım bu geleneklerinin kökeni Aspendos'un tarihine dayanıyor diye düşünmeden edemedim. Hamam kültürümüzde de Romalıların etkisi olmadığını söylemek anlamsız olacaktır.
|
Perge Helenistik Kapı |
|
Hamamın çökmüş tabanı |
|
Agora |
Buradan da Perge'ye geçtik. Perge döneminin en iyi mimarisine sahip şehri. Pamphylia bölgesine bir dönem başkentlik yapmış oldukça büyük, düzenli ve güzel yapıları var. Helenistik kapıdan geçtiğinizde(ana girişin karşısında sağda ve soldaki iki büyük sütun) düz devam eden sonunda da anıtsal çeşme denilen Nymphaeum'un bulunduğu cadde benim gördüğüm en güzel caddeydi. İki yanında dükkanlar ve sütunlar sıralanırken tam ortada, ilerdeki çeşmeden akan suyun geçtiği, yer yer üzerinde köprüler ile caddenin diğer tarafına geçebildiğiniz minik kanal var. Zaten bu caddenin tasvirini birçok yerde görebilirsiniz. Yalnızca Perge'yi gezmek kesinlikle hiçbir işe yaramaz. Perge'ye çok daha hayran olmanızı sağlayacak özellikle Perge Tiyatrosu eserleri Antalya Müzesi'nde. Bundan dolayı -her zaman dediğimiz gibi- bir bölgeyi, antik kenti gezmeden önce veya sonrasında müzeye gitmelisiniz. Yoksa gördüklerinizi tasvir edemez, oradaki önemli eserleri görememiş olursunuz.
|
Ortada su kanalı, tam karşıda çeşme, caddenin kenarlarında sütunlar ve marketler |
Yazının sonuna yaklaşırken sizi uyarmak istiyorum: Temmuzda hele de Antalya gibi bir yerde ören yeri gezmeyin! Perge'deyken hava 40 dereceden fazlaydı, şehri gezmeden önce yanıma aldığım 1 lt soğuk suyla o bahsettiğim caddenin sonundaki çeşmeye geldiğimde çay demleyebilirdim.