14.12.12

Kayaköy - Ölüdeniz

Fethiye'de bir başka günümüzü de yakın çevreyi dolaşarak geçirmek istedik. Çevrede o kadar çok gezilecek yer var ki hangisine gitmeye karar vereceğinizi şaşırıyorsunuz. Tabi bu yerlerin en öne çıkanları Saklıkent ve Ölüdeniz. Biz de Ölüdeniz'e gidelim dedik. Çalış'tan merkeze geçtik ve Aminthas'a gidilen tarafa doğru sora sora dolmuş durağını bulduk. Araç Hisarönü'ne oradan Kayaköy'e ve son olarak Ölüdeniz'e geçiyor. Ayrıca Gemiler Adasına gitmek için de o araca binmek gerekiyor. 
Kayaköy Haritası

Tabi yine araçta tek Türk biz vardık. Biz İngilizlere değil onlar bize turist gözüyle bakıyordu. Hisarönü'ne doğru hareket ettik. Açıkçası burada Çalış'a göre çok daha fazla turistler, restaurantlar, çarşılar var. Gördüğümüz kadarıyla yemek fiyatları da 3-5 TL daha ucuz. Oradan Kayaköy'e geçtik. Kayaköy'e giderken mümkünse yürüyün. Biz yapamadık ama siz yapın. Çünkü yollar o kadar ağaçlık, o kadar güzel ki bunun tadına ancak yürüyerek, oksijeni içinize çekerek varabilirsiniz.

Yüksek Kilise (Taksiarkis)
 Likya kenti olan Karmylassos'un üzerine 11-14. yüzyıllarda Rumlar tarafından kurulmuş, Rumca Levissi diye adlandırılmış. Malum Kayaköy, "hayalet köy" diye anılıyor. 1922 yılında Atina-Ankara arasında imzalanan karşılıklı nüfus değişimi (mübadele) anlaşması gereği köy boşaltılmış. Buradan gidip Atina yakınına yerleşen Rumlar Nea-Levissi (Yeni Kayaköy) adında yeni yuvalarına yerleşmişler. Kayaköy'e Trakyalı göçmenler gelmiş ancak pek tutunamadıktan Manisa'ya göçmüşler. Zaten Kayaköy'ün hemen yanında yerleşimin devam ettiği bir Türk köyü bulunmakta.

Katopanaia
Cidden tam bir hayalet harebe şehri. Yüzlerce konut 2 kilise, okullar, kütüphane, hastanesi bulunuyor. Etrafı tellerle çevrili olmadığından (bunu yapmak da pek mümkün değil) kaçak girişler de oluyor. Hatta istemeden yapabilirsiniz çünkü bilet gişeleri girişten farklı yerde. Harabe şehirde gezerken çok fazla yokuş çıkıyorsunuz bu da insanı oldukça yoruyor. Bundan dolayı yanınızda mutlaka su ve şapka bulundurun. Harabe yapıları tek tek gezmeye gerek yok, zaten bir kiliseden diğerine geçtiğinizde tüm köyü kat etmiş olacaksınız. İlk olarak Yüksek Kilise diye geçen Taksiarkis'e gittik. Elimizde köyün haritası vardı ancak yollar çok karışık olduğundan her an "biz neredeyiz ya" diyorduk. Ancak hiç sıkıntı etmeye gerek yok çevrede yerli halktan birine sorun tarif ediyor. Teyzeler zaten İngilizce'yi de sökmüş. Her neyse diğer kiliseye(Katopanaia) gittiğimizde diğerine göre daha etkileyici olduğunu gördük. Girişinde 1888 yazıyor. Sanırım bu tarih yapım değil onarım tarihi, zaten yapım tarihi kesin olarak bilinmiyor. O tarihlerde Osmanlı Devleti'nde birçok kilise yapılmış ve onarılmış, belki de onlardan biri budur. Buradan yukarı doğru bir yol uzanıyor. Yolun sonunda da Kayaköy'ün en yüksek noktasındaki şapel var. 70 yaşlarında amca-teyzeler ellerinde batonlarla bu tepeye çıkıyor. Elin turisti böyle, bizim amcalar köyün kahvesinde kadınlarsa tarlada, bağda. Bu tepe noktasına çıktığınızda arkada masmavi deniz, önünüzde yeşilliklerin ortasında bir köy ile karşılaşıyorsunuz.

Tepeden Kayaköy

Bahsi geçen gözlemeci
Tekrar başladığımız noktaya gittik. Tabi çok "akıllı" olduğumuzdan yanımıza yalnıza 3 TL almışız. Köyde de bankamatik yok. E yürüyüş yapacağız ve açız. Girişteki gözlemeci amcaya sorduk ne kadar diye, tanesi 5 TL, dedi. Sonra durdu "ne kadar var sizde" dedi. Söyledik. Sonuçta Anadolu'nun güzel bir insanı olunca, oturun, dedi çay da ikram etti. Yabancılar Kayaköy'den çok ev alırmış. Köylüler zaten azıcık kazanıyor, normalinin on katı paraya evini istediklerinde satıp, Fethiye'ye yerleşiyorlarmış. Lafı pek uzatamadık, çünkü yolumuz uzundu. Kayaköy'den başlayıp Ölüdeniz'e yürüyüş yapacaktık. Bu yol -şuan- Türkiye'nin en uzun yürüyüş yolu olan Likya Yolu'nun bir uzantısı diye geçiyor. Eğirdir'deki İbrahim Abi'den bu yollardaki işaretler vs. hakkında bilgi almıştık. İlk defa bunlara uyarak bir doğa yürüyüşü gerçekleştirelim dedik.

Kayaköy'den Ölüdeniz 6 km. İlk başlarda tırmanışa geçiyorsunuz. İşaretlendirmeler çok güzel yapıldığından hiç sıkıntı çekmeden yürüdük. Etrafımız tamamen ağaçlarla çevriliydi ve kimseler yoktu. Kimi yerler biraz zorlu olsa da herhangi bir sıkıntı çekmedik. Yanımıza bol su, bisküvi tarzı şeyler aldık. Tam denizi hiç göremiyoruz diye şikayet edecektik ki harika bir manzarayla karşılaştık. Aşağıda Soğuk Su Koyu, tepelerin arkasında Gemiler (Aya Nicola) Adası ve tabiki masmavi deniz. O kadar şahane manzaralarla karşılaştık ki, oturup tüm gün izleyebilirdik. Gün batımını izlemek de ayrı güzel olur ama karanlıkta nasıl dönülür bilemiyoruz. Bir de koya birçok tekne gelmişti, deniz keyfi yapıyordu, Ankara havası açtılar biz de tepeden oynayarak onlara eşlik ettik :) Yürüyüşümüz harika geçtiğinden sadece övgü kelimeleri yazsak yeridir.
Aşağısı Soğuk Su Koyu, karşıda Gemiler (Aya Nicola) Adası

Yol işaretlendirmeleri
İlerledikçe deniz manzarası kayboldu ve tekrar ormanın içine daldık. Önümüzden küçük (ama çok hızlı), sarı bir yılan geçmesi dışında ilginçlikle karşılaşmadık. Arada "insan" denen hayvanın attığı çöpleri gördük, topladık. Yolun sonuna yaklaştıkça karşımıza bu sefer Ölüdeniz manzarası çıktı. Zaten tepemizdeki yamaç paraşütlerinin artmasından yaklaştığımızı anlamaya başladık. Sonunda deniz kıyısına ulaştık. Sıcağın altında yaklaşık 3 saat yürümüştük, yorulmuştuk, terlemiştik ama hiç şikayet etmedik. Biz hemen Ölüdeniz'e ulaşırız sanmıştık ama daha çok yolumuz varmış. Tam o sırada yanımızdan geçen Ankaralı hemşerimiz bizi arabaya aldı, bankamatiklerin olduğu Mimar Sinan Caddesi'ne kadar bıraktı. Hem köydeki amcaya hem bu iyilik sever çifte teşekkürlerimizi iletiyoruz :)
Ölüdeniz
Nihayet denize ulaştık
O kadar yürüyüp Ölüdenizlere kadar gelmişken, masmavi denizine girmemek olmazdı tabi. Hemen hazırlandık, denize koştuk. O kadar çok dalga vardı ki denize girmek bile dert. Ama kötü anlamda bir dert değil zaten herkes çocuk gibi dalgalarla oynuyor. Beni (T) çok defa kaldırıp sahile vurdu. Heryerinize taşlar çarpıyor, kulağınızın içine sular doluyor ama o kadar zevkli oluyor ki bir daha yapıyorsunuz. Buradan kadınlara uyarıda bulunalım; bikininizi sıkı bağlayın :) Neyse buradan da çıkıp biraz gezdikten sonra minibüse atlayıp Fethiye'ye döndük. Harika bir günün, unutulmaz bir yürüyüşün daha sonuna gelmiştik ..

Mimar Sinan Caddesi, Ölüdeniz


30.11.12

Fethiye

Yazı güzel şekilde noktalamak, sonbahara merhaba demek için bu sene Fethiye'yi seçtik. Fethiye isminin kökeni 1913 yılında Şam'dan havalanan ve düşürülerek şehit edilen Türk pilot Fethi Bey'den gelir. Bizce oldukça ince düşünülmüş eşine pek rastlanmayan bir öykü. Çok daha geriye gidersek "ışık yurdunun insanları" anlamına gelen Telmessos adıyla anılırmış.

Fethiye şehircilik olarak bozulmamış, bazı tatil bölgelerindeki gibi kıyıya dev oteller yapılmamış. Otogarda inip safca Çalış'a yürümeye kalktık, baktık ki olacak iş değil atladık dolmuşa. Çalış'a ulaşınca asıl tatil yerine geldiğimizi anladık. Daha önceden Fethiye'yi genelde İngilizlerin tercih ettiğini biliyorduk ama herkes mi İngiliz olur arkadaş yahu. Tüm turistler İngiliz olunca tüm düzenlemeler de onlara göre yapılmış. Küçük İngiltere'ye gelmişken Full English Breakfast yememek olur mu :) Çalış Plajı boyunca çok çeşitli restaurantlar bulabilirsiniz. Eğer gece geç saatlerde yemek yemek istiyorsanız da Barış Manço Bulvarı'na gitmenizi tavsiye ederiz. Yemek fiyatları iki kişi ortalama 40-60 TL arasında değişiyor. İşin kötüsü başka alternatif de yok. Hani biz biraz sıkalım dişimizi sonra çok güzel bir akşam yemeği yiyelim diyemiyorsunuz. Hal böyle olunca da -her zaman ki gibi- yemeğe çok para harcadık. Bizim hoşlanmadığımız durumlardan biri de esnafın kendisine çekip sattığı ürünü (yemek, gezi turları vs) uzun uzun anlatması ve sonunda almamızı emir vaki istemesidir. Çoğu turistlik yerde olan budur ve Fethiye'de de durum abartılı şekilde böyle.


Çalış Plajı taşlık ve bir anda derinleşiyor. 2-3 metre ilerleyince su boyunuzu aşıyor. Bizim gittiğimiz dönemde rüzgar çok olduğu için genelde otelin havuzunu tercih ettik. Konaklama için Çalış Plajı'nın sonlarına yakın olan Hotel Letoon'u seçtik. Temiz, küçük ve şirin bir otel. Çalışanları oldukça güler yüzlü ve herhangi bir sorununuzda hemen yardımcı oluyorlar. Fiyat-kalite açısından daha iyisini bulabilir miydik bilmiyorum. "Araştıralım.." :) Çalış Plajı'nın (Fethiye tarafına göre gittiğinizde) sonlarına doğru güzel bir türkü kafe var. Tam da bizim gittiğimiz gün Kerimoğlu İsmail Yörük - Köy Müzesi'ni açmışlar. İlk günler olduğundan ücretsizdi. Özel bir girişime göre çok güzel döşenmiş, özenle hazırlanmış. Unutulmaması gereken bir başka konu da Çalış Plajı'nda gün batımını seyretmek. Bunu güzel bir barda içkinizi yudumlayarak yapmak da ayrı güzel.















Merkezi gezmek için bir günümüzü ayırdık. Çalış'tan dolmuşla kısa sürede gidiliyor. Kırsal iklim insanları olarak sıcağa laf ede ede gittik. En merkezi ve işlek caddesi olan Atatürk Caddesi'nde indik ve oradan Fethiye Müzesi'ne geçtik.


Azize Katherina
Kumrulu Genç Kız Heykeli

İÖ 3000'lere kadar uzanan eserler, Fethiye çevresindeki birçok antik kentten getirilmiş. Tringual steli Likçe'nin çözülmesinde büyük katkıları olmuş ve 3 ayrı dilde yazılmış müzedeki en önemli eserlerden biri. Bir diğer önemli eser de Kumrulu Genç Kız Heykeli'dir. Bu heykeli ve bilindik Artemis heykelini karşılaştırınca önemi daha iyi kavranıyor. Bizim ilgimizi çeken bir diğer heykel de gemilerin önüne takılan ve koruyucu özelliği olduğuna inanılan Azize Katherina Heykeli oldu. Artık üzerinde durduğumuz sikke konusuna gelecek olursak: Bazı sikkelerde su kaplumbağaları vardı. Çalış Plajı'nda gezerken oranın su kaplumbağalarının yumurtlama yeri olduğun çeşitli levhalar sayesinde anlaşılıyor. Demek ki binlerce yıldır su kaplumbağaları burada yumurtluyor ve Likyalıların da bundan haberi var. Bölgenin bu farklı özelliğini de paralarına basıyorlar.

Tringual Steli


Müzeden çıkıp kordona gittik. Buradaki şehitler anıtı 90'lı yıllarda şehit olanların anısına dikilmiş. Limanda biraz yürüdükten sonra Aminthas Kaya Mezarları'na gittik.





Biraz yokuş tırmanıyorsunuz ama hem manzarayı hem heybetli kaya mezarını görmek istiyorsanız değer. Kaya mezarları Likya Uygarlığı'nın en önemli örneklerinden. Biz göremesek de -ya da anlamasak da- soldaki sütunda İÖ 4. yüzyılda yapıldığına dair ifade varmış. Burada oturup manzarayı uzun uzun seyrettik. İlginç tarihi bir yapıya sırtımızı verip denizi, irili ufaklı adaları, Fethiye'yi seyretmek huzur vericiydi..


Aminthas Kaya Mezarı



24.11.12

Ankara (Ulus)


Ankara'nın tarih merkezi dediğimizde akla Ulus gelir. Bronz çağlarına giden Ankara'nın tarihi Hattilerle işte bu küçük Ulus'ta başlamış. Galatlar İÖ 3. yy'de burayı başkent yapmış ve adını da "durduran, yol kesen" anlamına gelen Ankyra koymuşlar. Türkiye çapında espiri konusu olan nam-ı diğer "Angaralı gençlerin asi tavrı" bu isim köküyle de uyuşuyor :) . Yeni nesil gençler için Ulus alt sınıfın uğrak yeridir ve tercih edilmez. Ama giderlerse de "oha burada aradığım her şey varmış" derler. Biz de uzun zamandır merkezi uzun uzun gezelim diyorduk, gerçi tam gezemedik ama olsun.
I. TBMM Binası (Kurtuluş Savaşı Müzesi)
İlk olarak Ulus Meydanı'ndaki I. TBMM Binası'na (Kurtuluş Savaşı Müzesi) gittik. Ankaralıların özverisiyle tamamlanan bina 23 Nisan 1920 tarihinde açılmış. Ulusal Kurtuluş Savaşı'na, çağdaşlaşma yolundaki büyük ve ilk adımlara, cumhuriyetin ilanına tanıklık etmesi saygınlığını arttırıyor. Şuan yapabildiğimiz çoğu şeyi borçlu olduğumuz Cumhuriyet'in ilan edildiği, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulduğu bu binaya 29 Ekim günü gidip o günleri yad etmek, saygıyla anmak ve şükretmek ardından da bunu bize sağlayan dehanın, hayatını bu vatana adayan Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk'ün ebedi istirahatgahı Anıtkabir'e yürümek kadar doğal ne olabilir değil mi?
II. TBMM Binası (Cumhuriyet Müzesi)
I. TBMM Binası'nın hemen yanındaki II. TBMM Binası'na (Cumhuriyet Müzesi) geçtik. 1924-1960 yılları arasında TBMM olarak hizmet vermiş olan bu yapıda da çağdaşlaşma yolunda birçok adım atılmış ve çok partili sisteme geçilmiş. İçeride, Türkiye'nin ilk üç cumhurbaşkanına ait eşyaların bulunduğu odalar, genel kurul toplantı salonu ve devrimleri fotoğraflarla anlatan yazıların bulunduğu odalar bulunmakta. Mustafa Kemal Atatürk'ün kişisel kıyafetlerini her görüşümüzde ne kadar şık biri olduğunu yinelemeden edemiyoruz.
Ankara Palas
Buradan çıkıp Hacı Bayram Camii ve Türbesi'nin bulunduğu tepeye yürüdük. Burası eski Ankara'nın merkeziymiş. Heryerde olduğu gibi burda da şehrin en güzel, en yüksek yerine dinsel bir yapı yapılmış. Cami, Augustus Tapınağı'nın hemen bitişiğinde bulunuyor. Augustus'un ölümüyle Vesta Rahibelerine yazdırdığı dört vasiyetinin sonuncusu bu tapınağın duvarında hala okunaklı halde (Re-rum gestarum divi Augusti - Tanrılaşmış Augustus'un icraatı) yazıyor. Cami yapılırken (1428) tapınağa dokunulmaması büyük bir erdem ve saygı örneği. Caminin hemen bitişiğinde Hacı Bayram Veli Türbesi bulunuyor. Hacı Bayram Veli, 1412 yılında ilk Türk tarikatı Bayramiye'yi kurmuş hem din hem ilim yönünden önemli bir konuma sahip.
Hacı Bayram Veli Camii ve Türbesi, Augustus Tapınağı
Augustus Tapınağı
Ulus'da son zamanlarda restore çalışmaları arttı. Özellikle Hamamönü görülesi bir hal aldı ve daha da güzelleşiyor. Hala sıkıntı olsa da dar sokaklarda artık daha güvenle yürüyebilirsiniz. 7-8 yıl önce Anadolu Medeniyetler Müzesi'ne giderken (T) 13 yaşındaki çocuk bıçak çekmişti, artık yalnızca laf atıyor. Biz o tip bir sorun yaşamadan Anadolu Medeniyetler Müzesi'ne gittik.
Müzenin de restore edilmesi o gün ki talihsizliğimizdi. Yalnızca merkez galeri ve bir koridor geziye açıktı. Gerçi diğer bölümlerdeki en önemli eserleri merkeze toplamışlar ama bu da karman çorman bi gezi yapmamıza sebep oldu. Göreme Açık Hava Müzesi'nde aldığımız sesli rehberi burada da aldık. Anadolu Medeniyetler Müzesi dünya çapında önemli bir müze. Dediğimiz gibi karman çorman gezdik ama normalde kronolojik olarak düzgün bir sıra halinde gezilebiliniyor. Neolitik Çağ'a ait eserlerde kuşkusuz ilgiyi Çatalhöyük kazılarındaki eserler çekiyor. Çatalhöyük'ün evleri belli bir düzene göre yapılmış, bitişik halde, girişi damda, altında mezar, duvarlarında ise boğa başları ve resimler olan yapılar.

 
Hititliler'de cenaze töreni merasimlerinde kullanılan, sallayınca ses çıkaran ve şekliyle evreni temsil eden eser Ankara'nın sembolü haline gelmiş. Tabi bir de Sıhhiye Meydanı'nda bulunan yine Hititlilere ait 3 geyiğin bulunduğu eseri de belirtmek gerekir. Bunlar gibi eserlerin benzerlerine ya da aynılarına Ankara'nın bazı yerlerinde karşılaşabilirsiniz. Mesela Geç Hitit Dönemi'ne ait Chimera adlı hem insan hem aslan başlı aslanı istasyonun hemen önünde görebilirsiniz, ilave olarak üstünde -sanırım- Nasreddin Hoca oturuyor. O kadar çok önemli eser var ki tek tek değinmek için ayrı bir yazı yazmak gerekir.
Truva altınları
Evlilik aşamalarını gösteren vazo
Geç dönemlerde yapılan tasvirler tabiri caizse "uzaylıya" benzerken zaman geçtikçe daha anlaşılabilir tasvirler yapılmaya başlanmış. Sanırım bunun doruk noktasına da Antik Yunan ve Roma eserlerinde ulaşılmış. Kırsal bölge olan Anadolu toplulukları daha keskin çizgilerle tasvirler yaparken, kıyı şeridindeki topluluklar estetiğe daha bir önem vermiş. Bir de bizim gitmemizden birkaç gün önce zamanında Truvalılara ait 4500 yıllık takılar müzeye getirilmişti. Güzel yanı takıların bugün bile moda olması. 2 saatlik, (B)'nin "Allah'tan müzenin kalanı restore edilmiş" diye şükrettiği, gezimizin ardından hemen yukarıdaki Çengelhan Rahmi Koç Müzesi'ne gittik.
Chimera
Hititlerin fırtına tanrısının boğaları: Hurri ve Şeri
Müze Ankara'nın ilk sanayi müzesiymiş. Ayrıca müzenin bulunduğu Çengelhan isimli yapının yapılış tarihi 1523. Öğrenci 3 TL gibi uygun bir fiyat. Hiç bilmediğimiz bu müzeye girdiğimizde fazlasıyla şaşırdık. Yapının içinde tarihle ve sanatla iç içe şık bir restaurant, raylı sistemlerden hava yolu ulaşımına, denizcilikten tıbba, oyuncaklardan tarım aletlerine kadar birbirinden ilginç objeler bulunuyor. Girer girmez "buraya kesin kardeşlerimizle gelmeliyiz" dedik. Birçok küçük oda var ve her birinin içi rengarenk eserlerle dolu. Giriş katında geçmişteki küçük imalethanelerın tasvir edildiği esnaf sokağı da harika.








Ford T
Sanırım en çok 1918 yapım Ford T'yi görünce şaşırdım (T). Fordizmin en büyük sembolü olan bu araç antika bir otomobilin çok ötesinde, sanayileşmenin boyut değiştirmesinin göstergesi. Alt katta ise gerçekte varolmuş olan bir eczanenin tasviri var. Çocuk gibi sağa sola bakındık, raftaki eski kitaplara baktık, çekmecelerin içinde bile ilaçlar vs. vardı.

Buradan da çıkıp son durağımız Ankara Kalesi'ne gittik. Sanırım Hattiler, kalenin bulunduğu bu tepeyi görünce buraya Ankyra demişler. Yapılışıyla ilgili pek bir bilgi yok, ancak birçok imparatorluğun garnizon merkezi olmuş. Surların içerisinde kerpiçten evler, dar sokaklar bulunmakta. Buralar restore edilirse Ankara'ya daha da yakışacaktır. Kaleye çıktığımızda içinin hiç mi hiç temiz olmadığını gördük. Neyse diyerek manzarayı seyredeceğimiz tepeye çıktık. Hava biraz puslu olsa da Ankara ayaklarımızın altındaydı. Günün erken saatlerinde manzara eminim daha güzel görünecektir. Anadolu'nun ortasında, iklimi kurak, denizi yok ama seviyoruz yahu bu şehri.