7.12.11

Antalya


İskele
 Antalya'ya ilk "merhaba" diyişimiz 6 Mayıs 2010'du. Şehri neredeyse hiç görmeden Beldibi mevkiindeki, şu tur şirketlerinin erken rezervasyonlarıyla ayarladığımız, Türkiz Beldibi Otel'de kalmıştık. Aslında güzel deneyimdi, ama o tarz büyük otellerde gereksizce bir ilgi var. Kimisi bundan hoşlanabilir ama bize pek uygun değil, orada sohbeti hoş bir ailenin işlettiği yöresel bir pansiyonda kalmak daha zevkli olabilirdi. Hala gidemediğimiz Göynük Kanyonu'na ilk o zaman gitmeyi istemiştik. 5-6 kmlik güzel bir yürüyüş planımız vardı. Niyse ilerde bakiciiz, gidiciiz inşallah.
Balkondan Antalya-Kemer yolu

Kaleiçi
Hadrian Kapısı
İlk gidişimizde Beldibi'nde gezip tozduk ancak hiç mi hiç tatmin etmedi ve 2011 eylül sonu tekrar gittik. Bu sefer Kaleiçi'nde Mavi Anı Pansiyon'unda kaldık. Rezervasyonumuz arada kaynamıştı o durum biraz sinir ediciydi ancak -sanırım hatanın telafisi için- oldukça iyi ve fedakarca davrandılar, bunu giderken bazı şeyleri farkedince anladık. Kaleiçi gerçekten Antalya'nın içinde bambaşka güzel bir yer, eski yapılar, daracık yollar, restore edilmiş ve oldukça güzel ışıklandırılmış tarih kokan bir kent. Hadrian Kapısı'ndan değil de başka bir kapıdan saat 12 gibi girdik 1'de pansiyonu bulduk. O an çok karışık geldiği için öyle bir hüsranımız oldu ama 3. güne haritasını beynimize kazımıştık artık. Hadrian Kapısı ve Kesik Minare en meşhur tarihi yapılarından birisi. 3 Kapılar'da deniyor Hadrian Kapısına, önüne oturup izlenesi bir duruşu var. Bir de Kaleiçi'nde Mermerli Plajı var 10 TL'ye kişi başı giriliyor, daşın üzerinde bir şezlonga oturuluyor, denize girmek için ya bol yosunlu kayalıkların arasında süzülmek gerekiyor ya da kayaların üzerinde cambaz gibi yürüyüp kumsalcıktan rahatça girmek gerekiyor. Antalya'nın denizi bana göre (T) mayıs 15 ile eylül 15 arası aşırı tuzlu ve sıcak ancak gittiğimiz tarihte iyiydi. Bana göreyse (B) hiç farketmez deniz olsun da :) Kaleiçi'ndeyseniz mutlaka ama mutlaka güzel, denizi ve mümkünse kaleyi gören bir lokanta da rakı balık yapın. Fiyat olarak oldukça normal ama lezzet ve zevk açısından harika. Bunu gerçekten yapın diye bu kadar ısrar ettik bir de kesinlikle yapmayın diyeceğimiz bir durum da, hemen Kaleiçin'den çıkınca insanı kolundan tutarak bizde yemek ye diyecek kadar yavşak olan kimi esnafa hiç uğramayın o kısımdan geçmeyin bile. Yazın sıcaktan bunaltırsın ama güzelsin Antalya :)
Bize dair bir not: Bugün ilişkimizin 28. ayı, her aynın 7'si başka güzel ve daha da aşk dolu...
Kaleye gelmeden soldaki son lokantanın terası (adını maalesef unuttuk)
Kesik Minare

8.10.11

Ankara

Çoğuna göre denizi olmayan, gri bir kent Ankara. Bizim tanıştığımız, beraber okuduğumuz, yaşadığımız şehir. Belki de bunlardan dolayı seviyoruz. Gidilecek yerler elbette ki var, biz pek gidemesekte yakın olan güzel doğa parkları da var bir gün gidip oraları da gezeceğiz. Ankara'ya birkaç günlük geziyle gitmediğimiz için gezdiğimiz yerlere hep farklı zamanlarda gittik. Haliyle ilk başta Anıtkabir var. Sonrasında müzeler geliyor ve aslında gitmek isteyip bu yaz da gidemediğimiz Atatürk Orman Çiftliği ve Anadolu Medeniyetler Müzesi(Buraya 4-5 yıl önce ayrı gayrı gitmişiz) var. Artık onlara da gittiğimiz zaman yer veririk. Eğer tatil amaçlı gelirseniz 1 haftaya yakın da süreniz varsa hepsini gezebilirsiniz. Kızılcahamam'a gidip piknik keyfi ve hamam keyfi de yapmanızı tavsiye ederiz. Ankara simitini yemeden de gitmezsiniz muhtemelen(bakmayın her yerde var artık "Ankara simiti" ama aynı tadı almak mümkün değil). Her neyse ilk durağımız 2 yaz önce gittiğimiz Anıtkabir'di.



İnsan her gittiğinde büyüleniyor, eşyaları görünce Mustafa Kemal'in asilliğine, giyimindeki şıklığa hayran oluyor; kütüphaneyi görünce, devrimlerini görünce bilgisine ve zekasına hayran oluyor; Çanakkale, Sakarya ve Büyük Taaruz canlandırmalarını görünce mücadele ruhuna ve inancına hayran oluyor. Biz hayran olduk ve olmamak elde değil. Anıtkabir harika bir mimari ve çok ince detaylarla inşa edilmiş. Rehber eşliğinde gezerseniz ilginç bilgileri de öğrenebilirsiniz, mesela; Mustafa Kemal: Ben öldüğümde Türk Bayrağı'nı görebileceğim bir yere gömülmek istiyorum, demiş. Bundan dolayı da mezarının bulunduğu pencere Anıtkabir'in müze kısmındaki en büyük pencere ve tam karşısında Ankara Kalesi onun tepesinde de Türk Bayrağı var. Verilecek birçok bilgi var ama biz kısa kısa üzerinden geçiyoruz işte.


Geçtiğimiz yaz Etnoğrafya ve hemen yanındaki güzel mimarisi olan Resim Heykel Müzelerine gittik.

Resim Heykel Müzesi
Etnoğrafya Müzesi
Etnoğrafya daha büyük ve daha farklı düşünmüştük Türk kültürüyle ilgili güzel figürler ve canlandırmalar var. Bir de Mustafa Kemal, Anıtkabir'in yapımına kadar(1953) burada yatmış. Resim Heykel Müzesi keşke eskiden gitseydik dediğimiz türden bir yerdi. Bazı resimlere "bu ne ya" desekte (o kadar entel değiliz sanırım) çok güzel tabloların, ilginç heykellerin olduğu bir müze.



En beğendiğimiz tablo




Göksu Parkı



Seymenler Parkı

Şehre yakın büyük piknik alanları(mesela gittiğimiz Göksü Parkı) var, aslında o kadar da özgün ve güzel olmasa da gidilebilir. Genelde Kızılay'da o kalabalığın arasında, trafik gürültüsünün içinde kafelerde oturmaktansa Botanik Parkı veya Seymenler Parkı'na gidiyoruz. Ulaşımı kolay ve en azından yeşillik. Parka gidip, yere serilip, atıştırmalık bir kaç şey alıp, keyif çatmak kafelerde bunalmaktan daha güzel bize göre. Özgün yemek yapan yerleri Kızılay'da pek bulamazsınız her büyük şehir merkezinde olduğu gibi. Aslında Ankara'da farklı güzel yemekler deneme fikri pek doğmamıştı ama bu yaz deneyelim dedik. Şuan lafta ama en kısa sürede denemeye başlarız. Maalesef geç kalmışız bunlara, bunun nedeni de "zaten yaşadığımız şehir elimizin altında bir ara yaparız" diyip ertelediğimizden. Bundan sonra pek bu hataya düşmeden zamanımızı değerlendireceğiz, gittiğimiz yerlerin çoğunu da buradan paylaşacağız.

11.6.11

Eskişehir

Eskişehir'i gezmeye merkezden başladık. Tabi bu yazacağımız yerleri bir günde gezmedik. Eğer "biz gezeriz ya" falan dersiniz biraz erken başlarsanız iyi olur :) . Hep havaların ısınmasını bekledik buraları daha güzel görebilmek için maalesef bu da baya geç gezmemize sebep oldu. İlk olarak Odunpazarı'ndan başladık. Eskişehir'in en tepesindeki Şelale Park'a gittik (tabiki de otobüsle). Tüm Eskişehir ayaklarınızın altında, gayet güzel yapmışlar, tam puronu alıp manzaraya karşı içmelik bir yer.

Şelale Park'tan bir görünüm

Burada pek oyalanmayıp aşağıya, tarihi Odunpazarı Evleri'ne doğru yol aldık. Küçük bir tanıtım haritamız vardı onun yardımıyla ilk olarak eski Osmanlı Evi'ne gittik. Kapalıydı (açık olduğunu hiç görmedim).

Osmanlı Evi
Oradan Külliye'ye geçtik. İçerisinde Lüle Taşı Müzesi, Cam Yapım Atölyesi, Nikah Salonu falan vardı. Tek tek gezdik. Özellikle Lüle Taşı'ndaki ney çalanlar bizi etkiledi. Şunu da belirtmekte fayda var Lüle Taşı Müzesi'ndeki eserlerden daha iyileri Atlıhan'da mevcut. Bazıları 1-2 bin TL falan.



Eski bir evde kahve molası verdik. Adını hatırlayamıyoruz ama Külliye'den aşağı inerken hemen solda kalıyor. Sunum çok güzeldi, uğrayıp soluklanabilirsiniz.


Oradan Atlıhan'a geçtik, burası eskiden han olarak kullanılırmış, pek yavan haldeyken yakın tarihte bi amca restore etmiş, daha da yakın tarihte belediye restore etmiş şimdi Odunpazarı'nın en güzel el sanatları çarşısı olmuş. Güzel bir pipo alacağımız için çok araştırdık, ortalama 70-100 lira arası kullanmalık veya süs olarak çok güzel ve kaliteli pipolar var. Küçük bir olayımızı da anlatalım: Biz o gün gittiğimizde(pazartesiydi) görüp beğendiğimiz pipo 70 liraydı paramız olmadığından hem başka yerlere bakacağımızdan almadık. Sonra almak için bidaha gittik, ama o gün cumartesiydi yani Eskişehir'e en çok yerli turistin geldiği günlerden biri (diğeri de pazar :) , aynı piponun üstünde 100 liralık bir etiket gördük. Adam dandik bi pipoyu gösterip ( o da 50'den 90'a fırlamış) bakın bunun özelliği şu da sizin beğendiğiniz kötü yanları şunlar da yok bunu alın da dedi durdu neyse sonunda beğendiğimizi 70 liraya almış olduk.



Atlıhan El Sanatları Çarşısı
 Oradan Cam Müzesi'ne gittik, yalnız kapalıydı. Dolana dolana geri döndük. Bir de tam çıkarken Cumhuriyet Müzesi var, daha önceden oraya gitmiştik gezilmesi gereken yerlerden bir diğeri de orası.



Başka bir gün yoğun final dönemini, yakıcı güneşi dinlemeyip Hava Müzesi'ne gittik. Hiçkimsenin gitmediği, eskimiş, garip bir müze. Orada en etkilendiğimiz Cengiz Topel'le ilgili yazı ve fotoğraflar oldu. Birde kapalı alandaki F-4'ün bire bir boyutlu motoru.

Küçük bir gezintiye çıktık

Şehit Hv. Yzb. Cengiz Topel heykeli. Arkasında da kullandığı uçak (F-100).

  
Bir başka gün gitmeyi en çok istediğimiz yerlerden biri olan Bilim, Sanat ve Kültür parkına gittik. Kent Park'a göre çok daha dolu ve güzel. Kötü yanı ise arabanız yoksa gitmesi biraz uğraştırıcı. Korsan gemisi beklediğimizden daha güzel çıktı. Ama girebilmek için bilet kesmeleri baya saçma geldi. Birkaç gün öncesinde Karayip Korsanları 4'e gitmenin de verdiği gazla gemiye daldık. 




En çok ilgi çeken bir diğer şey ise Hayal Şatosu'ydu (ismi farklı olabilir) Daha bitmemiş ama gelişigüzel yapılmışlık dışındaki güzel yanı; kulelerin her biri farklı şehirlerdeki sembol haline gelmiş kuleler. Mesela o büyük kule Galata Kulesi. 


Bir de içeride çuf çuf var öyle biniyon, geziyon çocuklar mutlu oluyo, iniyon. 


Bir de son olarak Kent Park var şu "denizi" olan park. Geniş bir alana kurulmuş ama pek bir şey yok, atlar falan var isteyen binebiliyor. Onun dışında yeşillik olması yeterli diyerek kendimizi avutabiliriz. Onunla ilgili fotoğraf nerede biz de bilmiyoruz...

Eskişehir'e uğrarsanız çarşısında, adalarda, barlar sokağında gezinmenin yanında en azından buralara da uğrayın deriz. Gidemediğimiz bir Fidanlık var o da önümüzdeki bahara diyoruz.

14.5.11

Eskişehir - YumYum

Karidesli Sushi
Dışardan "sushi" gibi yazılar görünce, içersini de farklı ve özenle dizayn edilmiş görünce gidelim dedik. Gayet ilgili aşçıları var. Hal böyle olunca daha rahat ve sıcak bir ortam oluyor.


Noddle'yi (Çin Makarnası) ilk defa orada denedik, en beğendiğimiz lezzet o oldu. Damak tadımız, sushi, karides vs gibi şeylerle pek uyuşmadığı için olsa gerek. Karidesli sushiyi, birkaç gidişten sonra somonlu sushiyi de denedik. Bidaha isteyeceğimizi pek sanmıyorum, 2 dilimden sonrası gitmiyor. Gide gele neredeyse tüm menüyü denedik sanırım. Zamanında aşçının sanırım kız kardeşi yurtdışına gitmiş, haliyle ilgiside varmış anlatmış etmiş, böyle bir yer açmışlar. Kendi halinde, dışarıdan işi severek yaptıklarını düşündüğümüz güzel bir restaurant.
İlgililere adresi de vermiş olalım: Hoşnudiye Mahallesi İsmet İnönü Caddesi No: 82(Donas karşısı, Varuna Gezgin yanı) ESKİŞEHİR (Yazının altında haritaya ulaşabilirsiniz)


Şubat 2012'de tekrar uğradık. Menüden pizza çeşitlerinin çıkmasına üzüldük ancak seçenek hala bol ve güzel. Mantıyla birlikte gelen sosları da ayrıca tavsiye ederiz. Alıştığımız mantıdan oldukça farklı olduğundan önce garipseniyor ancak insanın yedikçe de yiyesi geliyor. Bu gidişimizde sitemizden de bahsettik sayfayı bulup göz attılar, oldukça da beğendiler ve gecenin hediyesi dondurma kızartması ısmarladılar. Facebook ve sitelerinden de blogumuzu paylaştıkları, güzel hizmet ve güleryüzleri için tekrar teşekkür etmek istedik. :)


Uludağ

Kış bitmeden (5 Mart) "Uludağ'ı bir görelim" dedik. Çok soğuk olacağını düşünerek kat kat giyindik. Yeni aldığımız minik tavlamızı da götürdük :) . Yine sabah 7 gibi yollara düştük, Bursa'ya hemen geldik ama tepeye döne döne çıkmak hem uzun hem başdöndürücüydü.


Otobüsten indiğimizde montları çıkartacak kadar sıcak olduğunu farkettik. El yakan fiyatlardan dolayı kayak takımı ve telesiyej bileti kiralamak için bayağı bir dolandık. En ucuz yeri bulduk ama kayak takımı kalmamıştı, ee saç sakal da olunca almadılar. Neyse biz tepeye telesiyejle çıktık. Çok dandik bir alet, sinirimizi bozdu. Tepe noktasında kalabalık yerlerden uzaklaşıp o güzel ağaçların arasında sakin bir yer bulduk. Ayakkabımıza kar dolduğu için yalınayak bi çamın dibine oturduk. Şifa niyetine karın üstünde çıplak ayak koşturduk da bir işe yaramadı sanırım :) .


İyi ki kayak takımı kiralamadık bide onu öğreneceğiz diye uğraşacaktık zamanımızı çarçur edecektik. Onun yerine gezip etrafta ne var ne yok bakmak daha güzeldi. Tepede 2-3 saat takıldıktan sonra aşağı indik (yine telesiyejle).



Aşırı kalabalıktı, otobüsü bulmak için uzun uzun yürümek zorunda kaldık. Gittiğimizde köfte ekmek keyfi başlamıştı en son biz katıldık, zaten pek umduğumuz gibi ağaçların, güzel manzarının arasında değil de park yerindeki 3423 otobüsün arasında kalmış olan otobüsümüzün içinde hüplettik. Tavla oynadık, tabii ki berabere kaldık :) . Tekrar gezerken asıl kayak merkezini başka bi tepenin yamacında gördük. İlerde öğrenir de birkaç günlüğüne gidersek direk oraya gideriz sanırım.


17.30 gibi dönüş yolculuğu başladı, yorgunluktan uyumuşuz haliyle. Anatolia adındaki alışveriş merkezine gittik. Normalde o tür kalabalık, basık ortamları pek sevmeyiz ama orası cidden çok güzeldi. Gayet modern, ferah ve mimarisi çok çekiciydi. Dönerken Bursa'nın cidden çok güzel olduğunu konuştuk, heryer yeşillik, İstanbul'a, Ankara'ya, Ege'ye yakın, denizi de var, dağı var, kestane şekeri var, var oğlu var. İlerde yaşanabilitesi var yane.

21.2.11

İstanbul

11 Aralık Cumartesi günü İstanbul'u görme bahanesiyle Disco Kralı'na gittik. Klasik bir programımız vardı, 7'de Eskişehir'den yola çıktık 12'de ayağımızı Avrupa Yakası'na bastık. Hava çok kötü olduğu için uzun görüş alanımız yoktu ama köprüden geçerken kıyıdaki güzel yalıları, tarihi birçok yapıyı görebildik. Daha girer girmez zengin ve fakirin yoğun orta kesimin normal olduğunun muhabbetleri dönmeye başladı (zenginin parası züğürtün çenesi olayı) :) . Bu sonuca genel olarak apartmanlara, otomobillere bakarak vardık.


 İlk olarak Miniatürk'e gittik.


Ardından Beşiktaş'a gittik, Dolmabahçe Sarayı'nı gezdik. İnsan kitaplardan okuduğu kişilerin yaşadığı yerlerin içinde gezince tuhaf oluyor. Hayran bıraktıran bir mimarisi var.


45 dakikalık boşluğumuzu İstanbul'da okuyan ilkokuldan arkadaşlarla buluşup geçirdik. Ardından Taksim'e gittik, rehberin sorumsuzluğu yüzünden dımdızlak şu TRT binasının orada kaldık, gitmiş olabilecekleri yöne doğru ilerleyip meşhur İstiklal Caddesi'ni bulduk fazla da uzun sürmedi. Taksim Meyda'nına doğru yürüdük, aslında bir arkadaşla buluşacaktık bizi güzel satışa getirdi :) . Sağa sola bakınırken Issız Adam'ın finalinin çekildiği yeri gördük(Atlas Pasajı). Bir ara ara sokaklara daldık saçma sapan, güven vermeyen bir sürü kafe vardı. İstiklal'e çıkıp Özsüt'e oturmaya karar verdik, sürekli yağmur yağması, 4 saatlik uykuyla gezinip duruyor olmamız yormuştu tabi.

Fotoğrafı çok düzgün çektikleri için teşekkürler(!)

Tekrar yola çıktık Haliç'ten geçip Kanal D'nin binasına gittik. Hava 2-3 dereceydi sanırım. Stüdyoya girince televizyonda görüldüğünden çok daha küçük olduğunu farkettik, e bir de kızların medya sektöründe nasıl obje olarak kullanıldığına da şahit olduk. Çok saçma bir yerden programı izlemeye çalıştık, oradan program izlemek tam bir işkence ama Okan Bayülgen'in TV'den görülen itici, ukala tavrı orada kendini gayet sempatik, komik ve içten bir tavıra bırakmıştı. Zaten saçma sapan (Behzat Ç. hariç :D ) konuklar gelmişti. Çıkışta aldığımız lahmacun ve ayran giderken gülümsetti :) . Kısacası programı izlemek için evinizden iyisi yok.





İstanbul'da gezerken hep tarihi yapılar gördük, otobüsle yanından geçtik "keşke gidebilsek" dedik, ileride 1-2 haftamızı ayırıp heryerini gezmek istiyoruz. Her şeyden çok var, her şey büyük, her şey eski değişik bir şehir.
İstanbul'un en güzel tarafı da Eskişehir'e geri dönüşü oldu :)