22.5.12

Kapadokya (1. Gün)

Yalvaç yazısında da değindiğim İbrahim Abi ve Müslüm, Kapadokya gezimizde bize fazlasıyla yardımcı oldu. Biz yapmak istediklerimizi ve planlarımızı anlattık, onlar da Göreme'deki samimi tanıdıklarına ulaşarak kalacağımız pansiyonu ve birazdan bahsedeceğim greentour'u ayarladı. Açıkcası şevkimizi daha da arttırdılar. Eğirdir'den (o bölgeden) Kapadokya'ya Metro ile Tokat Yıldızı Turizm gidiyor. Biz biraz aceleci davranarak Metro Turizm'i tercih ettik. 8 saat süren yolculuğumuzdan pek memnun kalmasak da Kapadokya'ya yaklaştıkça içimizde artan heyecan bunu unutturdu.
Kapadokya günübirlik tur haritası
Sabaha karşı 4.30 gibi ulaştığımız Göreme'de, kalacağımız Shoe String Cave Pansiyon'u bulmak zor olmadı. Tatilimiz boyunca bize her konuda yardımcı olan Süleyman, 9.30'daki turumuza kadar dinleneceğimiz bir oda verdi. Odalar, çevredeki çoğu pansiyonda olduğu gibi, kayaların içine oyulmuş. Eğer siz de B gibi sürekli var olan nemden, dokunduğunuz her şeyin ıslak olmasından hoşlanıyorsanız tam size göre :) Turumuzu anlatmaya başlamadan önce günübirlik tur sistemini söylemekte yarar var. Kapadokya'yı renk renk bölgelere ayırmışlar ve buralara günübirlik turlar düzenliyorlar. Biz sadece, Kapadokya'nın güney batı kısmını gezdiren greentoura katıldık. Bunun dışında(acentalara göre renkler değişebiliyor) redtour, yellowtour, silvertour da var. Bizim müze kartımız olduğu için kişi başı 72 TL'ye mal oldu. Eğer müze kartınız yoksa -ki Kapadokya'ya gittiğinizde kesinlikle bulunması gerekir- 90 TL (Kapadokya'da müze kart çıkarttırabileceğiniz yerler: Ihlara Vadisi, Göreme Açık Hava Müzesi, Zelve Örenyeri, Derinkuyu ve Kaymaklı Yeraltı Şehri).
Turumuza Göreme-Uçhisar yolundaki seyir yeriyle başladık. Rehberimiz bir yandan anlatırken biz hayranlıkla etrafı izliyorduk. Kapadokya gerçekten eşsiz. O kadar farklı, o kadar güzel ki sanki başka bir gezegende gibiydik. Erciyes Dağı ve Hasan Dağı'ndaki patlamalar ile ortaya çıkan volkanik kayalar, toprak ve su erozyonu sonucu bu güzel vadileri, peri bacalarını oluşturmuş. Yöreyi güzel yapan bir diğer unsur da; insan. Kapadokya Hititlere, Friglere, Medlere, Perslere, Büyük İskendere, Romaya, Selçuklulara ev sahipliği yapmış.
Sağ tarafta Güvercinlik Vadisi, karşıda Göreme
Buradan ikinci durağımız olan Derinkuyu Yeraltı Şehrine geçtik ancak çok kalabalık olduğundan burayı sona bıraktıp Ihlara Vadisi'nin çıkışında bulunan Selime'ye gittik. Selime Manastırı (veya Katedrali) oyularak yapılmış dünyadaki en büyük katedral. Tepesine çıkarken oldukça dar, dik yollardan yürüyüp tünellerden geçiyorsunuz. İlk girdiğimiz yer mutfak oldu. Zaten Kapadokya'da en çok gördüğümüz yapı mutfak ve kilise. Yerlerde tandır delikleri, tepede güvercin yuvaları var, zamanla tavanları da kararmış. Güvercin yuvasının bu kadar yakında olma sebebi de gübresinin iyi yanması.
Mutfak, yukarıdaki delikler güvercin yuvaları









Selime Manastırı'ndan Ihlara Vadisi çıkışı
Ihlara Vadisi müze giriş yeri
Nihayet en çok merak ettiğimiz yerler arasında bulunan Ihlara Vadisi'ne geçtik. Yolda giderken çevrenize bakın, göreceğiniz yalnızca hafif tepeleri olan, ağaçsız düz bir arazi. Ama ilerledikçe karşınıza 100-150 metre derinliğinde, 14 km uzunluğunda, yemyeşil Ihlara Vadisi çıkıyor. Zaten burada yaşamış insanların bu tür yerleri seçme sebepleri, çok zor farkedilmesi. Vadinin içine inip Ağaçaltı Kilisesi'ne uğradık. Söylenene göre vadide 100 kadar kilise varmış. Kiliselerin duvarlarındaki resimler güvercin yumurtasıyla yapılan karışım sayesinde oluşturulmuş, çoğu da 10-11. yy'dan kalma. Her kilisede İncil'den ve Tevrat'tan sahneler görmek mümkün. Melendiz Nehri'nin kıyısından, etrafı seyrede seyrede 4 km uzaktaki Belisırma'ya yürüdük. Burada nehir kıyısında -hatta nehrin ortasındaki masalarda- yemek yemek için durabilirsiniz, biz de restaurantların birinde öğle yemeklerimizi afiyetle yedik.


Ağaçaltı Kilisesi kubbesi: İsa Pantokrator


Bir sonraki durağımız Derinkuyu. Burada zamanla 10 bin kişi yaşamış. Özellikle 7-8. yy.'daki Arap saldırılarından kaçmak için insanlar bu şehirleri kullanmış.İçinde şaraphaneler, ahırlar, mutfaklar, toplantı salonları, kiliseler, mezarlıklar bulunmakta. Yalnızca 8 katını gezebiliyorsunuz, geriye kalan yerlere geçmek yasak. O kadar ilginç ki bazı tünellerin ucu 25 km uzaktaki Kaymaklı Yeraltı Şehri'ne çıkıyor. İçerisinin sıcaklığı 8-10 derece arasında, bu yüzden çantanızda küçük bi hırka bulunmalı. İçeride oldukça dar yerler olduğundan herkesin girmesine izin vermiyorlar. Kapıda sağlık taramasından geçirmiyorlar tabi ama en azından astımı, tansiyonu vs olan girmesin diyorlar. Buna rağmen girenlerin de o karmaşık yerde nasıl çıkacağını bilemeyerek koşuşturduklarını da görmedik değil.
Hava bacası

Kilise
Son gittiğimiz yer: Uçhisar'ın girişinde bulunan Göreme Onyx Jewellery adındaki fazlasıyla güzel takılar satan mağaza ve hemen önündeki Güvercinlik Vadisi seyir alanı. Onyx'e Hacı Bektaş Taşı da deniyor. Anadolu'da kötülükten koruduğuna inanılan bir taş türü. Mağazada gerek Osmanlı, gerek modern takıları bulmak mümkün. "Ben takılardan anlamam da sevmem de" demeyin, emin olun içeriye girdiğinizde gözleriniz kamaşacak, cama yapışacaksınız. Bizim gözlerimiz de kamaştı, cama da yapıştık, içimiz de gitti. Paranın gözü kör olsun :)

Nazar değmesin (:

Güvercinlik Vadisi en meşhur yürüyüş yerlerinden. İçinde çeşitli yapılar, doğal güzellikler var. Biz sadece yukarıdan seyretmekle yetinebildik. Nazar boncuğundan ağaç da ayrı güzel.

Göreme
Roma Kalesi
Göreme


Turumuz öğleden sonra 6-6.30 gibi bitti. Tur grubunda tek Türk biz olduğumuz için rehber önce herkese İngilizce anlatıp ardından bize Türkçe anlattı. Gezdiğimiz yerler uzak olduğundan ya Göreme'de çok yaygın olan motor, araba kiralayıp gitmek gerekir ya da bu tür günübirlik turlara başvurulabilir.

Pansiyonumuzun teras manzarası
Biz Kapadokya'ya gitmeden önce yaptığımız araştırmalarda yemek yemenin çok pahalı olduğunu öğrendik. Orta düzey restaurantta güzel bir yemek yemek isterseniz iki kişi 40-50 TL ödersiniz. Testi kebabını Müslüm çok önerdi ama maalesef bir türlü fırsatını bulamadık. Bir dahaki gidişimizde testi kebabını yemeden dönmeyeceğiz, ola ki zengin olduk balona bine bineriz(2 kişi 600-700 TL) :) Pansiyonumuza döndüğümüzde ertesi günümüzün planını Süleyman ile oturup yaptık. Bize en ince ayrıntısına kadar anlattı. Eğer bireysel olarak gezecekseniz önceden hiç uzun uzun plan yapmayın, çünkü gittiğinizde oranın bambaşka olduğunu anlayacaksınız. Bilen birisiyle oturup, elinize haritanızı alıp tüm plan programınızı oluşturabilirsiniz.

19.5.12

Yalvaç - Pisidia Antiokheia

Yine buluşmak için bize en uygun yerlerden birisi olan Eğirdir'i seçtik. 7 güne yaydığımız, sabırsızca beklediğimiz harika bir gezi planımız vardı. Artık müdavimi olduğumuz Charly's Pansiyon'da kaldık. Buranın sahibi -tabiri caizse rehberimiz- İbrahim Abi ve Müslüm bize gezimiz için her konuda yardımcı oldu, biz de bir yere gitmeden önce onlara ne yenir, nereye gidilir, nasıl gidilir, ne yapılır diye sormayı alışkanlık edindik. Aslında ilk gün (5 Mayıs) Eğirdir Sivrisi'ne çıkacaktık ama benim hasta olmam (T) ve havaların kötü olması sebebiyle malesef bunu ertelemek zorunda kaldık. Biz de ertesi gün gitmeyi düşündüğümüz Yalvaç'a yöneldik. Isparta merkezden gitmek için köy garajından saat başı kalkan(tam hatırlamasam da sanırım sabah 7 akşam 8 arası) Yalvaç araçları mevcut. Araçlar 45-50 dk. sonra Eğirdir'den geçiyor, biz durağa gittiğimizde 1 dk. önce geçtiğini duyunca 1 saat beklemek zorunda kaldık :) . Fiyatı ise Isparta'dan binerseniz 10, Eğirdir'den binerseniz 9 TL. Normalde 16 kişilik olan minibüse ilave 2 katlanır koltuk, 2 tabure koyulmuş e bagajda ve ayakta gidenler de olunca kapasite 25 kişiye çıkarılmış. Nihayet 1 saatlik yolculuğumuzun sonunda Yalvaç'a vardık. Pansiyonda İbrahim (İbrahim Abi değil) ve Ümit, Yalvaç'ı baya övmüştü: Eğirdir Göl'ü orada olacaktı ki Yalvaç uçardı, falan demişlerdi. İnince hiç de öyle olmadığını düşünmüştük ancak merkeze gittikçe gördük ki gerçekten öyleymiş. Meydanları gayet güzel, yolları geniş geniş, bazı yerlerde oldukça güzel evler, her gördüğümüzde daldığımız çağla ağaçları, bir de Eğirdir'de hiç olmayan güzel kafeler var. Muhtemelen burada bulunan yüksekokul şehre oldukça renk katmış. İlk olarak ihtişamlı çınar ağaçlarının olduğu meydana geldik.

















Burada Yalvaç Anlatan Meydanı bulunuyor. Daire şeklinde olan meydanda Yalvaç'ın tarihini anlatan yazılar, fotoğraflar var. Bizim için oldukça faydalı oldu gelecek gezginler de ilk önce buraya uğrayıp bilgi edinebilirler. Hemen yolun devamındaki Yalvaç Müzesi'ne geçtik. Yalvaç'ın tarihi oldukça köklü ve ilgi çekici olduğundan müzesi de görülmeye değer. Aziz Paul için de ayrı bir oda yapmışlar.
Gezimizde sıkça adı geçecek olan Aziz Paul'a da değinmek gerekirse: Kendisi Tarsuslu ve Hz. İsa'nın 12 havarisinden biri. Aziz Pierre ile birlikte erken Hıristiyan misyonerlerinin en ünlüsü ve hatta en etkilisi olarak kabul ediliyor. Hıristiyanlığı Kudüs'ten Anadolu'ya, Roma'nın öldürücü baskısına rağmen Anadolu'dan da Avrupa'ya yayılmasında büyük paya sahip misyonerlerden. İncil'de önceleri Hıristiyan yanlısı olmayan, hatta karşı çıkan biri olarak bahsedilen Aziz Paul, Hz. İsa'nın kendisine görünmesiyle kör olmuş, kendisine Hz. İsa'nın adını yayması gerektiği bildirildikten sonra gözleri açılmış, vaftiz edilip Hıristiyan olmuştur. İşte bu üstlendiği kutsal görevde Aziz Paul, Yalvaç'ın bitişiğindeki Antiokheia şehrine üç kere uğramıştır. Eğirdir'de gördüğümüz çoğu turist, Aziz Paul Yolu diye tabir edilen Perge veya Aspendos'tan başlayıp Yalvaç'ta son bulan yürüyüşü gerçekleştirir. Bu yürüyüşe çıkmak isteyenler sorun yaşamamak için İbrahim Abi'yle görüşüp planlamalı. Bu yolu Hıristiyanların yolu gibi düşünmenin pek bir manası yok, yoldaki tarihi oluşumlar, doğa güzellikleri bizi de yürümeye davet ediyor. Ayrıca Türkiye'deki en uzun 2. yürüyüş yolu.


Kybele, İÖ 6. binyılın ilk yarısı
Denizlerin ve volkanların efendisi Poseidon(Neptune)
Farklı dönemlere ait mezar taşları
Müzeye dönecek olursak, Aziz Paul ve Hıristiyanlık ile ilgili eserler dışında, Roma dönemi heykelleri, daha erken devirlerde yapılmış oyma heykelcikler ve günümüze yaklaşırsak Osmanlı İmparatorluğu'ndan kalma sikkeler, madalyalar vs. bulunuyor.
Müzeden çıkıp antik kente doğru yola koyulduk. Yanlış yöne gittiğimizi iyiki 1 km kadar sonra farkettik ve geri döndük. O gün bu gündür "ah bi GPS'li cep telefonumuz olaydı gezerken hiç sıkıntı çekmezdik" demeye başladık. 700 TL telefon parası, bir de GPS özelliği için ilave para veriliyormuş (60-70 TL), sanırım 20 TL'lik pusula alıp gezmeye devam edeceğiz :)
Sonunda Antiokheia kentine ulaştık. Kent Seleukos soyundan I. Antiokhos tarafından MÖ 281-261 yılları arasında kurulmuş, adını da -Antakya(Hatay)'ya da isim babalığı yapan- kurucusundan almıştır. MÖ 45 yılında Pisidia bölgesinde ilk ve en büyük askeri kolonisini bu bölgede kuran İmparator Augustus tarafından kente "caiser" unvanı verilmiş ve Roma döneminde bölgeye başkentlik yapmıştır.
Kentin krokisi
Kente Batı Kapısı'ndan girdik. Bu kapı 12 metre yüksekliğinde ve 24 metre genişliğinde 3 kemerliymiş, eminim yapıldığı yıl aynı noktada bulunabilseydik gözlerimiz kamaşacaktı.

Batı Kapısı, arkada Decumanus Maximus Caddesi
Decumanus Maximus Caddesi'nden (girince yürüdüğünüz cadde) amfi tiyatroya çıktık, eskiden o caddede sağlı sollu dükkanlar bulunurmuş. Tiyatronun çoğunluğu yıkık halde olsa da genel görünümünü koruyor.
Tiyatro, arkadaki harabe Aziz Paul Kilisesi
Tiyatrodan yukarı devam edince Cardo Maximus Caddesi'ne geçiliyor. Yani yukarı doğru yürüyüp sola döndüğünüzdeki cadde. Burada da biraz ilerleyince solunuzda Merkez Kilise(Bizans Kilisesi) sağınızda Tiberius Alanı kalıyor. Merkez Kilise, Aziz Bassus adını taşıyarak İS 4. yy. da yapılmış. Tiberius Alanı ise oldukça geniş bir meydan, eskiden burada içki ve yiyecek dükkanları varmış. Tiberius Alanı'ndan İmparatorluk Kutsal Alanı'na geçişi sağlayan Propylon (Batı Kapısı'ndan önce yapılmış ve kapıya esin kaynağı olmuş), Marcus Antonuis'u Actium deniz savaşında yenerek Roma dünyasının tek egemeni olarak Augustus unvanı alan İmparator Octavianus adına yapılmış. Hemen arkasındaki Augustus Tapınağı(İmparatorluk Kutsal Alanı)'na geçişi sağlayan kapı görevindedir. Augustus Tapınağı ise muhtemelen kentteki en görkemli yapıydı.

Augustus Tapınağı, arkada Tiberius Alanı ve Yalvaç manzarası
Buradan Aziz Paul Kilisesi'ne geçtik. Aziz Paul bu kilisenin üzerine inşa edildiği sinagogta ilk vaazını vermiştir. MS 46-62 yılları arasında Antiokheia'ya gelen Aziz Paul burada kaldığında kıl çadır dokuyarak geçimini sağlamış. Hıristiyanlığı yaymaya ilk burada başlamış.

Aziz Paul Kilisesi

Roma Hamamı

Roma Hamamı
Aziz Paul Kilise'sinden biraz ilerideki Roma Hamamı'na geçtik. Girmek yasaktır demişler ama duramadık kafamızı soktuk. Buradan da geçip ilerlediğimizde Çeşme(Nympheum)'ye vardık. Çeşme su kemerlerinden gelen suyun depolandığı ve şehre dağıtıldığı yer. Buradan ileri baktığınızda ayakta kalmış az sayıda su kemerlerini görebilirsiniz. Biz yıkık haldeki su kemerlerinin yanından geçerek ayakta kalan su kemerlerine ulaşmak istedik. Ancak oraya ulaşmak için ya 2 metrelik, küflü demirleri olan çiti aşacaktık ya da müzeye girdiğimiz yere dönüp tekrar yürüyecektik, bu da 2 km kadar bir kayıp. Bizim de dönüş aracına yetişmemiz gerektiğinden pek oyalanmak istemedik. Uzaktan fotoğrafını çekmekle yetindik.

Su Kemerleri
Yalvaç yolunuz yakından geçerse gidip görmenizi tavsiye ettiğimiz bir yer, özellikle antik yapılara ilginiz varsa yolunuz düşmese de gidip görmelisiniz.