17.5.13

İstanbul (İlk 3 Gün)

İstanbul'daki arkadaşlarımız Orçun'un ve Kadriye'nin daveti üzerine bu seneki büyük gezimizi İstanbul'a yapmaya karar verdik. Vizelerimizden dolayı ayrı ayrı yollara düştük. T Eskişehir'den 5 saatlik zorlu bir yolculuğa, B ise Isparta'dan 10 saatçik keyifli bir yolculuğa çıktı :) İstanbul sıradan şehirler gibi uzaktan ışıkları görülüp sonra şehre girilen bir yer değil. İzmit'ten sonra sürekli iş merkezileri, ticari limanlar, kimi yerlerde evler görmeye başladık. Yaklaştıkça bunların büyüklükleri ve sayıları arttı. Tabi trafik çilesi de kısmen başlamıştı. Normalde bir şehre yaklaşınca 10-15 dk sonra, bilemedin yarım saat sonra otogara ulaşmış olursunuz.  Ancak bu süre İstanbul'da 2.5 saat sürüyor.
Şehir merkezine (bu kavram da İstanbul'a pek uygun değil çünkü birçok şehir merkezi var) yaklaştıkça Fatih Sultan Mehmet Köprüsü tabelaları artmaya başlıyor. O karanlıkta "boğaz nerede, köprüler nerede" derken bir anda kendimizi köprünün üstünde bulduk. O an ki duygu sanıyorum hiçbir şehirde yaşanamaz. Otobüsteki herkes o an susup bu muhteşem manzarayı seyretti. Boğazın üstünde mavi ışıklarıyla iki büyük köprü, kıyılarda, tepelerde ışıl ışıl binalar, uzaklarda ise yükselen minareler hayranlık uyandırıcıydı. İşte o an, her şeye rağmen, İstanbul'un mükemmelliğini nasıl koruduğu anlaşılıyor. Nihayet Esenler Otogarı'na varıyoruz.  Otobüs otogara girerken ki geçtiği o ıssız, korkutucu park yerleri, karma karışık sistemi daha ilk dakikadan "İstanbul korkusu" hissini uyandırdı. Neyse ki buluşup konaklayacağımız yere (İncirli) geçebildik.
Gezi kısmına geçmeden özellikle ulaşım konusunda bilgi vermekte fayda var. Zaten şehirdeki en büyük çile ulaşım. Bizim gibi haftasonu giderseniz büfelerden İstanbul Kart (eski akbil) gibi bir şey alın. Bu kartla jetondan ucuz olsa da oldukça pahalı. Ayrıca bir tane alıp iki kişi kullanmak da aktarma avantajlarından yararlanamamak demek. Metrobüse biniş 2.95, diğerlerine ise 1.95, her aktarmada azalarak 1.25, 0.95 liralaya düşüyor. Haftaiçi İstanbul Kart satış yerlerine gidip kendinize bir kart çıkarttırın. Biz Bahçelievler metrosunun altındakine gittik, bir fotoğraf, bir öğrenci belgesi ve 10 TL ile 5 dakikada hallettik. İnternetten araştırırsanız hep teferruatlı anlatmışlar; yok bankaya para yatırın makbuzu alın bilmemne hiçbirine gerek yok. İndirimli İstanbul Kart ilk basışta 1 TL sonrasındaki aktarmalarda 0.65, 0.35 diye düşüyor. Tabi hep aktarmayı söylüyoruz çünkü İstanbul'da herhangi bir yere tek araçla gitmeniz pek mümkün değil. Metrobüsle yolculuk adeta bir kültür meselesi dediler, hakikaten de öyle. Tüm sene binen için büyük bir çile olabilir ancak bizim gezimiz 5 gün sürdüğü için özellikle metrobüste oldukça eğlendik. İnsanların deli gibi yer kapmaya çalışması, bunun için binmeden birçok taktik geliştirmesi, hadi binip oturamadın en rahat yarı oturur gidebileceğiniz yerlerin tespiti falan oldukça heyecan vericiydi. Biz de bunları yavaş yavaş öğrenerek oturarak gitmeyi başardık, her oturduğumuzda sevinerek birbirmizi tebrik ediyorduk :) İstanbullu arkadaşlara metrobüste oturduk diyoruz ancak inanmıyorlar, metrobüste oturacak koltuk mu varmış ben hiç görmedim falan diyorlar :)
İstanbul'a gelmeden önce birçok kitap okuyup, notlar almıştık. Tabi bunların çoğu Tarihi Yarımada'yla ilgiliydi. Bundan dolayı oraya gitmek bizi ayrıca heyecanlandırıyordu. Müzeler genelde pazartesileri kapalı olur ancak bazıları salı bazılarıysa çarşamba kapanıyormuş. Mesela Topkapı Sarayı Müzesi salı günü kapalıymış. Nasılsa pazartesi müzeler kapalı oluyor ben de salı günü gider gezerim diyip gitsek Topkapı Sarayı'nı görmeden dönecektik. Bundan dolayı Tarihi Yarımada'yı çarşamba ve perşembe günü gezmeye karar verdik.

1. Gün


Yeni Cami
İlk 3 gün genel olarak neler yapmak istediğimizi söyleyip kendimizi Orçun'un ve Kadriye'nin rehberliğine bıraktık. İncirli ulaşım olarak metrobüse ve metroya oldukça yakın olduğundan istediğimiz yerlere kolayca geçebiliyorduk. Metro-tramvay aktarmasıyla Eminönü'ne gittik. Buraya Tarihi Yarımada'nın dışarıya açılan kapısı desek doğru olur. Buradan kıyıdaki çoğu yere (Kadıköy, Üsküdar, Beşiktaş, Adalar vs.) geçiş yapılabiliyor. Ayrıca Galata Köprüsü'nden geçerek birçok yere yürünebilir. Tramvaydan inince ilgimizi direk Yeni Cami çekti. Dediğimiz gibi Eminönü kesişim noktası olduğu için Yeni Cami en çok cemaate sahip camiymiş. Eminönü ve Fatih bölgesinde o kadar çok tarihi ve güzel cami var ki hepsini gezmek birkaç gün alır. Açıkçası bazı başyapıtların dışındakiler hariç çoğu birbirine benziyor. Kısacası mimar ya da İslam, Türk ve Doğu sanatı hayranı değilseniz sıkılabilirsiniz.



Mısır Çarşısı içi
Buradan Mısır Çarşısı'na geçtik. Satıcılar çoğu turistlik bölgedeki gibi sizi hiç umursamıyorlar. Bu Türk alsa alsa ne alır ki zaten, diyorlar sanırım. Özellikle baharat, lokum gibi birçok şey var. Yaklaşık 400 senelik bir çarşı olması burayı asıl güzel yapan etken. Arka kapıdan Tahta Kale'ye çıkıyorsunuz (bizim çıktığımız Haseki Kapısı'ydı), burada tıpkı Ankara Ulus'taki gibi alışveriş caddeleri var. Aradığınız ürün ne ise onun bol olduğu caddeye gidip bol pazarlıklı bir alışveriş yapabilirsiniz. Bu caddelerde dolandıktan sonra "karşı"ya yani Galata'ya yöneldik. Özellikle 1839 Tanzimat Fermanı'ndan sonra başlayan Osmanlı batılılaşmasının izlerini Galata'da görüyoruz. Diğer ülkelerin elçilikleri , apartmanları ve yaşam alanları hep bu bölgede kurulmuş. İstanbul'un en eski apartmanları  da bu bölgede. Tarihi Yarımada'da yer alan tek elçilik ise, Müslüman olduğu için, İran'a ait.

Mısır Çarşısı
Galata Köprüsü'nden Süleymaniye Cami ve Bayezid Kulesi


Yeraltı Cami içi


Galata Kulesi
Galata Köprüsü'nden karşıya geçer geçmez ilk olarak Tünel dikkatimizi çekti. Binemesek de 1863'te yapılan dünyanın ikinci metro hattı olan (1. Londra) Taksim-Tünel hattına sahip bir şehrin adam akıllı hiçbir metro hattı olmaması ilginç. İstanbul ve Londra metro hatları haritalarını karşılaştırmak bu konuda ne kadar geri kaldığımızı görmek için yeterli. Buradan Karaköy kordonuna inerek devam ettik. Karaköy Güllüoğlu Baklavacısı'na giderken Yeraltı Cami'yi gördük. Bu cami Doğu Roma İmparatorluğu'nun Haliç'e çektiği zincirin bir ucunun bulunduğu yer. Bundan dolayı ilgimizi çekmişti. Karaköy Güllüoğlu Baklavacısı'na uğramadan dönmek olmazmış. Tadım yapmak istiyorsanız 9 TL'ye karışık menü var içine çeşit çeşit baklava koyuyorlar. Bu kadar güzel baklavaları yeyince insan üzülüyor çünkü bundan sonra orada burada yediğimiz baklavaların tadı hiç güzel gelmeyecek. Aşırı tatlı yeyip kendimizden geçtikten sonra Galata Kulesi'ne doğru gidiyoruz. Buraya dik ama çok da uzun olmayan yokuşu tırmanarak ulaşılıyor. İlk olarak Doğu Roma'nın ahşaptan yaptığı bu fener kulesi Cenevizlilere geçince taştan tekrar yapılmış. İstanbul'un fethiyle de Osmanlı'ya geçmiş. Tabi o zamanlar Galata surlarla çevriliymiş ancak Fatih Sultan Mehmet Galata'nın işgali söz konusu olursa surları Osmanlılara karşı kullanamasınlar diye yıktırmış. Şuan bile büyüklüğü ile göz dolduran bu kulenin önemi kuşkusuz o devirde çok daha yüksekti. Türkler için kuleye çıkış fiyatı 6.5 TL. Çıkınca daracık çevresinde 360 derece dönerek İstanbul'un eşsiz manzarasını görebiliyorsunuz. Çok dar olması ve arkadan gelenlerin baskısı yüzünden uzun uzun seyredemesek de özellikle adaları, Tarihi Yarımada'yı, boğazı ve Haliç'i görebildiğimiz taraf harikaydı. Burayla ilgili en ilgi çekici konulardan birisi kuşkusuz Hezarfen Ahmet Çelebi'nin Üsküdar'a olan uçuşu. Kuleden Üsküdar'a bakınca bize çok uzak geldi. Aslında Discovery Channel'deki Mythbusters ekibine denemeleri için söylemek lazım.


Galata Kulesi'nden Üsküdar tarafı

Galata Kulesi'nden Haliç, Tarihi Yarımada, Boğaz ve arkada Adalar

İstiklal Caddesi
Galata Kulesi'nden meşhur İstiklal Caddesi'ne geçiyoruz. Burada ortadan geçen nostaljik tramvaya bakmanın dışında kafamız yukarıda yürümek zorunda kaldık çünkü birbirinden güzel apartmanlar vardı. Yol üstü birçok pasaj, tarihi apartman görebilirsiniz. Bundan dolayı bir çırpıda yürümek yerine yavaş yavaş etrafı izleyerek yürümek daha zevkli. İstiklal çok farklı bir cadde, herhangi bir ara sokağa girince kendinizi mezarlığın ortasında bulabilirsiniz veya hiç beklemediğiniz bir yapı karşınıza çıkabilir. Aşırı kalabalık olsa da bu farklı hava insanı kendine çekiyor. Ne de olsa eski İstanbul beyefendilerinin mekanı canım.

Pera Müzesi


St. Antuan Katolik Kilisesi


Küçük bir sokaktan geçip Pera Müzesi'ni gördük. İçine girmek pek çekici gelmedi. Burası ve aşağısı oldukça elit kişilerin gelip gittiği yerler. Zaten arabalardan bu anlaşılıyor. Cem Yılmaz da düğününü aşağıdaki Pera Palas'da yapmış dediler. Tekrar İstiklal Caddesi'ne çıktık. Burada ilerlerken bu kadar büyük ancak hiç dikkat çekmeyen St. Antuan Katolik Kilisesi'ne girdik. Burada ilginç olan mumların paralı olmasıydı. Aslında bunun savunması önüne gelen mum alıp ziyan ediyor olabilir ancak sonuçta orası bir ibadethane, nasıl camilerde abdest almak parasızsa burada da mum almak parasız olabilirdi. Kiliseden çıkıp Galatasaray Lisesi yönüne devam ettik. Sonunda tartışmaların eşliğinde devam eden kazı çalışmalarının bulunduğu Taksim Meydanı'na geldik. Hava kararmaya başlarken yemeğimizin üstüne Tophane nargilesi içmezsek ayıp olurdu tabi. Funiküler denen metromsu araçla Taksim Meydanı'ndan aşağıya inip Tophane'ye gittik. Burada Ali Baba adlı oldukça meşhur bir nargileci var. İçi loş, duvarlarda bir sürü fotoğraf, çizim vs bulunuyor. Gerek başbakan gerek cumhurbaşkanı gerek İstanbul büyükşehir belediyesi başkanı hep burada nargile içermiş. Tabi böyle olunca beklentimiz çok yüksek oldu. Bize gelen nargilenin başbakana gelenle aynı olmadığı çok büyük ihtimal. Çünkü beklentimizi hiç karşılamadı. Buranın hangi nargilesi meşhursa ona göre isteseydik farkı görebilirdik sanırım.

Taksim Anıtı

Tophane Çeşmesi

Buradan tramvay-metro aktarmasıyla eve dönüş yolculuğumuz başladı. Benim (T) Eskişehir'den Ankara'ya hızlı trenle gittiğim sürede İncirli'ye ulaştık. Tabi İstanbul'da yaşayan birisi "ne var ki yahu altı üstü 1-1.5 saat yol gitmişsin" der ancak alışkın olmayan bünyeye bu süreler garip geliyor.









2. Gün

Bugün Anadolu yakasına geçiyoruz. Bunun için en iyi yol kesinlikle metrobüs. Kendine ait yolu olduğu için trafiğe hiç girmeden Kadıköy Söğütlüçeşme'ye kadar rahatça gidebiliyorsunuz. Tabi bu vesileyle de metrobüs denen taşıtla tanışmış olduk. Söğütlüçeşme'den devam edip Bahariye Caddesi'nin oradaki boğaya ulaştık. Bahariye Caddesi oldukça canlı, hem alışveriş yapmak hem turlamak için gayet güzel. Ortasından geçen tramvay da ayrı bir hava katmış. Ara caddelerden ilerleyerek Moda Caddesi'ne ulaştık. Moda Caddesi Barış Manço ile anılır olmuş. Biz müzeye çevirdikleri evini göremedik ama özellikle 90'larda çocuk olmuş herkes için çok farklı yeri olan bu mükemmel insanı burada anmamak olmazdı. Yaşıtlarımızın genelde dediği bir şey vardır: Çocukken iki kişinin ölümü beni ağlatmıştır, biri Kemal Sunal diğeri ise Barış Manço.

Moda İskelesi
Arkadaşlarımızın dersi olduğu için Moda İskelesi'nde ayrıldık. Biz de denizin keyfini biraz çıkardıktan sonra Moda Caddesi çevresindeki ara sokaklarda yürümeye devam ettik. Bizim gördüğümüz yerlere kıyasla en yaşanılası yer burasıydı. Hem insanları hem sokakları oldukça medeni, bir yanda deniz bir yanda sıkıldıkça gidip eğlenebileceğin birçok mekan bizi fazlasıyla cezbetti. Adalar ve Marmara manzaralı satılık bir ev görmüştük 900 bin dolarımız olursa alabiliriz :) Moda'dan Kadıköy İskelesi'ne doğru devam ettik. Bir noktadan sonra cadde iyice canlandı kafeler, barlar arttı. Tabi benim (T) en çok ilgimi hobi mağazaları çekti. Bundan 2.5 yıl önce ki günübirlik İstanbul'a gelişimizde görüştüğümüz ilkokul arkadaşım Çağrı ile Moda'da buluştuk. Buradan sonra ki rehberimiz de o oldu :)
Haydarpaşa İstasyonu
Kadıköy İskelesi'ne ulaştık. Burada kuşkusuz en ilgi çekici yapı Haydarpaşa İstasyonu. Gönül Eskişehir'e bu istasyondan gidebilmeyi isterdi ancak şuanda seferler iptal edilmiş durumda. Haydarpaşa İstasyonu Almanya'nın koloni ihtiyacını gidermek için yöneldiği Doğu'ya uzanan Bağdat Demir Yolu'nun Anadolu'daki başlangıcı. Osmanlılar bu hattın yapım imtiyazını Alman İmparatoru II. Wilhelm'in isteğiyle Alman firmalarına bırakmış. Bu dönemlerde Osmanlı'daki Alman nüfuzu hızla yükselmiş. II. Wilhelm ise bunun bir simgesi olarak bugün -restore halinde olan- Sultanahmet Meydanı'ndaki Alman Çeşmesi'ni hediye etmiş. Haydarpaşa İstasyonu'yla ilgili, özellikle çatısında çıkan yangından sonra, birçok dedikodu dolanmaya başladı. İlki Haydarpaşa, Arap zenginlere satılmış onlar da buraya otel yapacakmış. Bu geçen sene modaydı bu senenin modası ise: eğer olimpiyatlar İstanbul'da yapılırsa burası yıkılıp olimpiyat stadına dönüştürülecek. Zaten olimpiyat kompleksinin yapılacağı yer resmi olarak açıklanmış ve Haydarpaşa'nın yanında kalıyor. Dediğimiz gibi çoğu zaten kahvehane dedikodularına benziyor. Sürekli tren kullandığımız için devam eden proje reklamlarını görüyoruz. Ankara-İstanbul hızlı tren hattının bağlanacağı nokta olarak da Haydarpaşa gösterilmiş. Bekleyip ne olacağını göreceğiz. Ancak buranın yıkılması çok uzak bir ihtimal gibi gözüküyor. Haydarpaşa'nın yıkılma ihtimali varsa sonuna kadar burayı savunmak insan olmanın şartı ancak fazla dedikoduya kapılmamak lazım. Sonunda kıpkırmızı olup size olan güvenin sarsılma olasılığı da var.



Çamlıca Tepesi'ndeki radyo kuleleri


Kadıköy İskelesi'nden Çamlıca Tepesi'ne gitmek için otobüse bindik (14F). Bu tepenin manzarasını övmeyen yoktur sanırım. İstanbul'a gelmeden önce birçok ön bilgi aldığımız Kaan da buraya kesinlikle gitmemizi söylemişti. Onun tavsiyesi gayet mantıklıydı biz de öyle yaptık. Şöyle ki: Gün batmadan tepeye çıkın gündüz gözüyle manzarayı seyredin, sonra gün batımı ve gece manzarasını seyredin. Tepedeki belediyenin yerine gittiğimizde hakikaten çok yerinde bir tavsiye olduğunu gördük çünkü hem gündüz hem gece bizi eşsiz bir manzara karşıladı. Böylesine bir manzaraya karşı çay içip sohbet etmenin tadını her İstanbul'a gelen yaşamalı. Manzarayı bozan şeyler de yok değil. Binlerce yıllık tarihi olan, bu tarihiyle özgün yapısıyla herkesin ilgisini çeken, bir zamanlar dünyanın başkenti olmuş bu güzel ve değerli şehri maalesef Dubai zannedip ucubelerle donatıyoruz. Bunu da küreselleşmenin, finansal büyümenin gereği gibi görüyoruz. Bu gelişmiş ülkelerde göremeyeceğimiz türden bir yalan. Londra'daki St. Paul Katedrali'nin görünümünü bozacak hiçbir yapının yapılamamasının kanunla korunmasını, Pierre Cardin'in Venedik'te yaptırmak istediği gökdelene karşı çıkıp "git binanı Dubai'ye yap" denmesini örnek almamız gerekir.





3. Gün

3. günümüzü "ne olursa yaparız" diyerek boş bırakmıştık. Belki İstiklal'e falan gideriz diye düşünüyorduk ancak arkadaşlarımız İstinye-Bebek tarafına gitmemiz konusunda ısrarcı oldu. İstanbul'a kadar gelmişken zengin kesimin yaşadığı, takıldığı yerleri de görmemek olmaz dedik. Metrobüsle Zincirlikuyu'ya gidip dolmuşla İstinye Koyu'na geçtik. Bir ara İstinye Park'a uğrayalım muhabbeti açıldı ancak orası bize zaman kaybı olarak gözüküyordu. Bir AVM'de ne olabilir ki? Küçükten büyüğe hepsinin konsepti tam olarak aynı. Dışarıdan tamamen izole olmuş yapısı gece-gündüz, soğuk-sıcak, fırtına-yağmur etkenlerini ortadan kaldırıyor. İçerideki uğultu gibi gelen ses, yoğun rengarenk ışıklandırmalar insanı yorarak moron gibi çılgınca alışveriş yapan bir hale sokuyor. Yüzlerce mağaza, yağlı yağlı kokan fast-food bölümü, sinema çoğu kişiyi cezbedebilir ancak bize çok uzak şeyler. 100 fast-food dükkanından 3-5 tane iyi bulabiliriz tabi ama onu önceden bilip gitmek lazım. Her neyse İstinye Koyu'na gittiğimiz gün 23 Nisan olduğu için fazlasıyla kalabalıktı. Şehrin stresinden bunalan insanlar azıcık yeşillik görüp huzur bulmak için buraya akın etmiş durumdaydı. Böyle günlerde arabayla gitmek yerine toplu taşıt araçlarını kullanmak daha iyi. Çünkü biz kordona doğru yürürken yandaki yoldan giden araçlarla aynı hızda gidiyorduk.

Fatih Sultan Mehmet Köprüsü
Bebek Caddesi
Rumeli Hisarı
Kordona inip Ortaköy tarafına doğru yürümeye başladık. Gözlerimiz bir o boğazın müthiş manzarasına bir de kıyıdaki villalara dönüyordu. Fatih Sultan Mehmet Köprüsü'nü geçtikten sonra karşılıklı boğazı kesen Rumeli ve Anadolu Hisarı'nı gördük. Biraz daha yürüdükten sonra ünlüleriyle meşhur Bebek'e geldik. Denizin kıyısında olması, arkasının yeşillik olması caddeyi güzelleştirse de öve öve bitirilemeyecek bir yer değildi. Ünlülerin uğrak yeri olmasaydı sanırım bu kadar meşhur olmazdı. Fiyatlar haliyle epey yüksek. Uzun yürüyüşümüzün molasını Bebek'te boğaza karşı kahve keyfi yaparak verdik. Bu keyfin tarifini burada yapmak mümkün değil. Boğazı dakikaları bırakın saatlerce hiç sıkılmadan izleyebilirsiniz. Manzara durgun gibi gözükse de insanın içini hareketlendiren bir etkisi var.



Hava ağarmaya başlarken yürüyüşümüze devam ettik. Arnavutköy'e ulaşınca kıyısında apartmanlar ilgimizi çekti. Hepsi bambaşka ve iç içe olduklarından ortaya farklı bir görüntü çıkıyor. Ayrıca buradaki restaurantlar da gayet güzeldi. İstanbul'da yaşasaydık en azından birkaç ayda bir buraya gelip yemek yiyebilirdik. Atatürk Köprüsü'ne (1. Boğaz Köprüsü) yaklaşırken İstanbul gecelerinin ünlü iki mekanı Sortie'yi ve Reina'yı gördük. Sortie'nin yanında Atatürk'ün son zamanlarında hevesle beklediği ancak şuanda içinde ne yapıldığı belli olmayan Savanora yatı duruyordu. Avrupa ve Anadolu kıyısında gördüğümüz yapıları 5. günü anlatırken anlatacağımızdan bu yazıda sadece "gördük" deyip geçiyoruz.



Ortaköy'den Atatürk Köprüsü
Nihayet hedefimiz Ortaköy'e ulaştık. Burası 1. köprünün hemen altında yer alıyor. Biz gittiğimizde hava iyice kararmış sokaklar canlanmıştı. Ortaköy gördüğümüz en güzel yerlerden birisiydi. Cıvıl cıvıl sokaklar, ışıklar, sağda soldaki satıcılar buraya canlılık vermiş ve bizi cezbetmişti. Bir de buranın kumpiri meşhurmuş. Herhangi bir yere oturmaktan ziyade dışarıdaki satıcılardan da kumpir alabilirsiniz (12 TL ve kart geçmiyor). Kumpir alırken baya acıkmış olmanız gerekiyor çünkü fazlasıyla büyük. Biraz daha gezindikten sonra otobüsle birkaç aktarma yaparak eve geçtik.

Fatih Sultan Mehmet Köprüsü ve Rumeli Hisarı
O gün 10 km kadar yürüdük, İstinye'den başlayıp iki boğaz köprüsünün de altından geçip Ortaköy'e ulaştık. Durmadan yürüyerek gezdiğimiz için ve bunu birkaç gün boyunca devam ettirdiğimiz için İstanbul yorgunluğunu hissetmeye başlamıştık. Bu yorgunluk bizi hem zihinsel hem de fiziksel olarak perişan etmeye başlasa da içimizdeki gezme isteği tükenmemişti. Nihayet hevesle ve heyecanla görmek istediğimiz Suriçi denilen Tarihi Yarımada'yı gezeceğimiz günler geldi..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder